8 Temmuz 2014 Salı

sonra sonra şimdi şimdi

Eskiden sabah ezanı hüzün verirdi, birini düşünmek içimi acıtırdı,geçmiş suçluluk hissettirirdi, bazen çok üzülüp ağlardım, çok yoğun nefret ederdim.. şimdiyse yokluyorum içimi hayata dair. bomboş. hiçbir şey yok.
trenle seyahat ediyordum dün rüyamda  o his en güzeli. kara mizaç en güzeli. kitaplar en güzeli. egonuzdan daha büyük ve kendinizi adayacağınız o "şey"i bulmak en güzeli.kabusların, anksiyetelerin, krizlerin geçmesi  en güzeli. kendi yolumda kendi doğrularımla olmak en güzeli. belki çok zoru ama benim gibiler için tek yol.
şimdi ellerimde hissizlik. bir köpek ölüsü gibi. bakıyorum gözlerine, donuk. tükenmiş.
kumdan bir kaleyim ben kimsecikler görmeden duymadan ellerimle en baştan yeniden yeniden inşa ettim.
sonra içimden çocukluğu söktüm bir gece, oyuncak beyaz at suretinde babamın ellerine teslim ettim.
ve ben kendim suçlamaktan vazgeçtim - çarpık olan dış dünyanın iskeletiymiş aslında- ben inançlarımı buldum, en nihayetinde de ben koca bir kadın oldum.

19 Kasım 2013 Salı

bir inansam


Buğulanmış aynanın önünde ördekler bana bakıyor. Çocukluk, bunların küvette yüzdürüldüğü güzel günlerdi... Sıkıca sarılıyorum bornozuma, içimde bir sıcaklık, göğsümden yayılıyor. Ağlamaktan şişmiş, acıyan gözlerimi yumarak seni düşünüyorum. Şimdi burda olsan beni kucağına alıp yatağıma yatırsan, saçlarımı sevsen. o vakit ağlamazdım artık gibi geliyor. derin nefes almaya çalışıyorum bedenim sarsılıyor. ah çocukluk, bir şeylere inanmak diye bir kavram vardı o zaman. Allah vardı, her akşam dua ederdim yatmadan. Çok önemliydi odamı toplu ve temiz tutmak, yatağımı dağınık bırakmamak. Şimdi insanlara bile inanmıyorum, gidecek yer arıyorum. O ütopik ülkeyi bulurum umuduyla kuruyorum gitmenin hayalini . Oysa herkes beni bir kalıba sokmaya çalışıyor diye yakınırken aslında biliyorum; kendi kendinin mühendisliğini yapan, bir şeyleri idealize edip onlara sahip olmadığından ötürü kendine acı çektiren, benliğini silikleştirip tüketen benim.  Birisi söylemişti "şu pozitif düşünme olayı ne saçma" demişti "mutlu olamayan, sistemin erittiği insanları kandırıp avutuyorlar. kimse gerçekten istediklerinin peşinden koşamıyor, hep engel yaratılıyor. Asla vazgeçmemeliyiz aslında"
Eve yürürken düşünmüştüm, neden olmak istediğim yerde değildim neydi benim duvarım? Bunu sorarken, yanımdan geçen arabanın camında yansımamı gördüm, işte buydu cevabım, ağır gerçeğim.
O yüzden anlamadılar neden devamlı içip dans etmek istediğimi. İçimdeki tutkunun, enerjinin başka çıkabileceği yol yoktu böyle umutsuzdu işte.
Biliyorum ki bir yerlerde benim gibi hisseden başkaları da var. Artık yegane isteğim, bir köşede sırtını bükmüş ağlayan bu insanlara elimi uzatmak onları yerden kaldırmak. Belki o zaman ben de tekrar inanmaya başlayabilirim. Hem kendime hem insanlığa.

17 Ocak 2013 Perşembe

her şey taslaktır

mutfağın girişindeki duvara yaslanıp hikayeler anlatıyorum. sarhoş muyum? artık sınır bulank, anlayamıyorum,tam olarak fark edemiyorum. kuzenim her derde çözüm olarak "yeterince içmemişsin" diyor. içiyorum. yakın bir arkadaşım vardı lisede onu anlatıyorum. bana iki sene boyunca yalan söylediğini olmayan bir şeyi varmış gibi anlattığını hatırlıyorum. ona kızmadım hiç. o bana kızdı, insanlar hep bana kızıyor, neden? birçok insan geldi,yakın olduk çok yakın sonra hepsi gitti. ya da ben mi gittim? yakın hissetmek gibi bir kavram yok artık bende, iyi anlaşmak var. kafamda bir şeyler oluyor. başta onları suçladım ardından kendimi. kördüm, korkaktım. ne fark eder? mahvoldum işte. sıcak suya gözyaşlarım karışıyor.  her şey bir nedenden ötürü olmak zorunda değil. birisi bana mekanizmanın çok daha basit olduğunu gösterdi. hiç de salak olmayan birisi. yapamıyorm baba  baş edemiyorum, yeter artık . bu ara devamlı çocukluğum aklıma geliyor. Tüm kötü anıları unutmaya çalışırken onları da silmiştim. o yüzden hep bir boşluk hissediyordum, hiç kimseymişim gibi. Fakat şimdi bir şeyler geri geliyor, ne mutlu günlerdi. kafamda acayip bir şeyler. suçu o zamanlarda aramayı kestim. oldu mu gündüz zzzzzzttt bzzzzzttt. içmeliyim içsem geçer, fazla aydınlık, çek siyah perdeyi. dayanamıyorum çirkin binalara. insanlar arasında kendime dayanamıyorum. anlamımı kaybettim, yüzümü göremiyorum yalnızca çeşit çeşit maskeler. biraz içsem geçecek. acayip bir şeyler oluyor kafamda. çok yoruldum. zaten hiçbir şey istemiyorum. yakın zamanda çok hasta olacağım o zaman keşke bir silahım olsa. ya şimdi olsa? bu kız "intihara meyilli". ne boktan ne içi boş laflar. ablama bakıyorum, solgun yüzüyle oturuyor. al içimdeki şefkati, ben gösteremiyorum. sana bağırsam seni sevsem hiçbirini yapmıyorum.  nefret ettiğm için özür dilerim. biliyor muydun? bu hale gelmemde seni suçlu buldum. verebildiğim ceza umursamamaktı. dizlerine yatsam, ağlasam sana kendimi açabilsem, gösterebilsem keşke. annem de duygularını asla belli etmez. çocuklar taklit eder. ben tartışmayı yeni öğrendim, geçen sene, öfke patlamaları içinde. şimdi daha kontrollü. o zaman herkes şaşırdı. kafamda ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum. böyle düzensiz içten gelen bir hikaye.

27 Kasım 2012 Salı

sıfatsız

yürüyorum. öfkemi üzüntülerimi düşünmek istemediğim için yazmıyorum yalnızca yürüyorum. nedeniyle nasılıyla uğraşmaktan yoruldum, yürüdükçe yürüyorum. artık özünü düşünme vaktim doldu ileri bakmak zorundayım. ne yapacağım? dışarda, benden dışarda, her tarafından siyah sümükler akan hamamböcekleri yaşıyor. o incecik kolları titriyor zevkle güldüklerinde. düşüncelerimi bir noktaya odaklayabildiğim anda içimi güzel şeylerle doldur tanrım diyorum sonra dağılıyorum. kendimin bittiği başkalarının sebeplerinin başladığı sınırlar çok bulanık geliyor. çok düşünce var çok çok çok var. ama içlerinden bir tanesi tüm berraklığıyla zihnimi kaplıyor. NE YAPACAKSIN? insanlar tarafından yüz üstü bırakıldın, kırıldın, öfke dolusun. en çok kendine kızıyorsun uzaylı olduğun ve her gün insan bedenini giydiğin için. zavallı bir kibritçi kız gibi o asla ait hissedemediğin büyük, tüylü şapkalı hanımefendilere bakarak bir şeyler arıyorsun. SAMİMİYET  birazcık olsun? şefkat? mütevazilik? aptalmışsın gibi bakıyorlar, küçümsediklerini iliklerine kadar hissediyorsun.nitekim aptalsın da bu kimbilir kaçıncı inanışın. şimdi daha iyi anlıyorsun insanlar nasıl öldürebilir, işkence edebilir, savaşablir. her zaman tek bir şey var temelinde: HEP DAHA FAZLASI! elindekinden fazlası ya da olduğundan fazlası. KALK diyorsun kendine topuğunu yere vurup, ayağa kalk! üşüyorsun ama öyle bildiğin üşüme değil bu. yüreğinde buzullar eriyor sanki. zaten o yürek yorulmuş yükünü taşımaktan. artık diyor sana, beni tanıyorsun dünyayı görüyorsun bir şeyleri değiştir diyor.
biliyorum betonlar dikemem ruhuma, söndüremem ışıklarını. taştan yapılmış gibi duygusuz, acımasız ve sert olamam. yani savaşamam, tek bir damlada patlayacak kadar doldum.korkuyu reddedemem. paramparça olduğumu da. oturup birinin gelmesini bir şeyler olup da her şeyin değişmesini artık bekleyemem.daha fazla dayanamam diyorum ama artık ne istediğimi biliyorum.ne oluyor bu uyum sağlayamayan insanlara? evsiz mi alkolik mi sanatçı mı oluyorlar? herkesin uğruna yaşadığı inandığı didindiği şeyler saçma geliyorsa ne olacağım ben kaçık mı? tek bildiğim buraya ait değilim olmak da istemiyorum. doğa istiyorum sanat istiyorum arkadaşlar istiyorum sohet etmek düşünmek hissetmek... bulacağım bir yolunu. mutlaka.

30 Ocak 2012 Pazartesi

bugün ilk defa randevu saatini şaşırdığın gün ve bu olayı aptallık derecesinde dramatikleştiriyorum, gereksiz şekilde hüzünlendiriyor. birini bu kadar sevmek ne anlamsız. genelde beynime kanıyorum, karşımdakinin kusurları gözüme battıkça sevmiyorum zannediyorum.eğer gerçekten öyle olsaydı şimdi nasıl, neden hüngür hüngür. kalbimi kim takar senden başka?  görmüyorlar beni, diyelim ki baktılar. eskiden nasıldı? güneşin altında birlikte kumdan kaleler yaptığımız günler... kendimi kimsenin gözüne sokmak zorunda hissetmediğim tasasız zamanlar.. sadece gülmek, kahkaha atmak nasıl bir şeydi? sen hatırlıyor musun ben unuttum. hatırlatsana bana ne olur. yine eskisi gibi omzunda gezdirsene beni. bu kırgın kalp senden bana en temel kalıtsal. eski bir resim bulunca tesadüfen. nefes alamıyorum, ne olur ne olur çeksene yorganı tepeme kadar ve bir masal uydur. derin, ferah, okyanuslar kadar bir nefes olsun.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Maskeli Balo

Oldum olası korkutur beni bu yol. Hele akşamları. Terkedilmiş eski püskü binalar büyük bir gizemle ve küskünlükle durur. İnsansızdırlar. Rüzgar onlara korkunç ve keyifli ıslıklar çaldırır. Yalnızca eksik olmayan birkaç serseri vardır sizi rahatsız etmeye her daim hazır. Koca sokakta işlevini yerine getiren bir tek lamba bulunur. Gariban gariban anca kendi etrafını aydınlatır, o da sonudur sokağın. Günlerden bir günün bir akşamı, işte yine girdim bu sokağa. Ellerim cebimde, başım öne eğik. Görünmezliğime tamamen ters düşen topuklu ayakkabılarım çınlatıyordu ortalığı. Issız duvarlara çarpıp çarpıp dönüyordu bana yankılar. Ben rahatsız, iyice gömülüyordum montumun içine. Oysaki sessizliğin bir parçası olmalıydım. Rüzgar, denizden gelen o güzel rüzgar okşamıyordu da kamçılıyordu yüzümü. Rahatsız değildim bu durumdan, gerçek bir nefes gibiydi, yaz güneşi altında geçirilen saatlerden sonra denize dalmanın verdiği ferahlıktı. İşte yine onlar. Şu lanet takırtılar nasıl da harekete geçirmişti güdülerini. Bir şeyler uyandırmıştı içlerinde. Hayvanlaşan bakışlar sesin geldiği yöne merakla dikiliyordu. Neredeyse kusacaktım bu durum karşısında. Korkudan çok bir nevi iğrenme bütün vücudumu sarıyor,sarsıyordu. Adımlarımı büyülttüm ve hızlandırdım. Nihayet ışığa vardım ve altında durdum. Şimdi zamanıydı işte. Işığın altı en zor zamandı. Koluma asılı çantamın içinde arandım. O pürüssüz mermeri, üstüne oyulmuş gülümseyen koca dudağı hissettim parmak uçlarım altında. Hemen kavrayıp çıkardım ve biraz öne eğilip alışkanığın verdiği çabuklukla takverdim maskeyi. Tam yüzüme göreydi bundan bir an bile şüphe duymazdınız. Artık rüzgarı hissedemiyordum ama o karanlık sokak geride kalmıştı. İki adım sonra insanların arasına karışmıştım, maskeli baloya varmama az kalmıştı.

10 Aralık 2011 Cumartesi

İstanbul

Adımlarımı izliyorum ve hep aynı komutu veriyorum kendime ,dışa doğru bas, biraz fazla dışa bas.
küçüklüğümden beri içe doğru kayan sağ ayağıma konsantre olmuş onu eğitmeye çalışıyorum. Minik
ayaklarımın yanısıra giden o büyük adamın ayaklarını izlediğimi anımsıyorum. İçe basma kızım dışa doğru bas.
O cilalı ayakkabılar, hangi ayağı taşıyorsa o yöne basardı. Bana yetişkin ve itici gelirdi.
Şimdi ne çirkin buluyorum edindiğim alışkanlığı.
Binanın önüne vardık nihayet, gereksiz gördüğüm ve geçmek bilmeyen
o yol o mesafe tükendi sonunda. Vedalaştık, adetim olduğu üzere arkama bir kez olsun dönüp bakmadan
içeri girdim, asansörün kapısını tuttum ve birdenbire- neredeyse istemsiz diyeceğim- kafamı geldiğim yola çevirdim.
Dönüşüm gibi ani, yoğun bir yalnızlık, terk edilmişlik vurdu yüzüme. Issız sokaktaki ağaçların ardına saklanmış cılız lamba, yaprakları oynaştıran rüzgarla birlikte bana oyun yapıyordu. Kaldırımda yüzeyi hafif hafif oynayan
bir deniz gördüm. Nereden bileceğim orada kimseyi görememenin beni böyle ürperteceğini. Eve çıktım ve varlığını unutmuş
olduğum o lanet sağ ayağım içe basa basa dolandım,düşündüm. Nihayetinde avuçlarımı açtığımda ellerim un ufak döküldü yerlere. Ve işte! Sen de parçalandın öbür hikayeler gibi. Dağıldın ,
yok ettin beni alıp götürdün! Böyle böyle ne yapalım. Yine gitmek gerekecek alın götürün beni buradan diye
yalvaramayacağıma göre.. Dank etti bana, bu kafa hiç doğru çalışmayacak. Ne yapalım? Yeni
 hikayeler yaratmak gerekecek. Yoksa uyuyamam efendim,
nasıl uyunur bu kırıkların çıkıkların arasında. Yüzüme bile bakamam, boynuma dolanan yılanlar keyifle tıslarken.
Hadi hoşçakalın şunun şurasında beni göreceğiniz birkaç yüz gün daha kaldı.