1 Kasım 2010 Pazartesi

Jack'in Çocukluğu Bizzat Kendisinden(!)

Yeniden merhaba.

  Nefesinizi tuttuğunuzda hızlı hızlı sayarsınız saniyeleri sabırsızca. Buradaki zaman akışı da öyle acele. Bunun aksine benim düşüncelerim ağır aksak. Ama beni sıradan bir katilden seri katile taşıyan en büyük öge; sabır. Hayatımın dönüm noktası olan güne gelmeden önce yapacağım betimlemeleri de sizin sabırla karşılamanızı istiyorum. Her şeye kolay erişen sizlere zor mu geliyor?

  Rengarenk, parlak ve kabarık etekli kasabamızın görünen bu yüzünün yanında benim yaşantım tamamen siyah beyazdı. Renksiz bir kahramandım ben. Tüm nedenlerin,koşulların yanında salt kötülük kemiriyordu ruhumu. Bu kamçılandıkça büyüyecekti günden güne...


  Gelelim babama... Babam, sevgili babacığım. Kendine miras kalan kasap mesleğiyle geçindiriyordu bizi(yoksa alkol sektörünü kalkındırıyordu mu demeliydim?). Çalıştığı yeri hiç görmemiştim , beni yanında götürmesi söz konusu bile olamazdı(bu çirkin suratı evde yeterince gördüğündenmiş). Zaten gittiğim tek seferde de hayatı örten karanalık peçe insafsızca sıyrılıp göstermişti gerçeğin çehresini. 

   6ıncı yaş günümün sabahı arka bahçemizde karıncadan kediye atlayan işkence oyunlarındaydık. Aniden ensemde hissettiğim o soğuk ve kaba elle birlikte buz kestiğimi hatırlıyorum. Bu eli hemen tanıyan vücudum dayak yeme korkusuyla iki büklüm, kasılıp kalmıştı. Ama sahibinden beklenmeyecek yumuşak bir hareketle ensemden tutup kaldırdı beni bu el. "Benimle gel" dedi. Peşisıra giderken ne biçim br cezaya çarpıtılacağımı düşünüp hayal gücümün sınırlarını zorluyordum. Geniş omuzların taşıdığı önüne eğilmiş baş gereğinden fazla sakindi. Öne arkaya sallanan o koca, boş eller. Fazla umarsızdı. Her bir adımında havalanıp beni boğuyordu toz bulutları. Sonunda adımları durduğunda bakışlarım, dev adamın ayaklarından yüzüne tırmandı. İfadesizdi. "Geç." dedi kısaca. Beyaz kapıdan içeri girdik. Sabırsızca dikilen kadının yüzüne bakmadan, "Üzgünüm Bayan Smith , kapalıyız." dediğinde pembe bir etek uçuşarak kayboldu. Kilitlenen kapı ve karanlığa inen merdvenler. Soğuk...Et,kan kokusu. İki küçük pencereden sızan cılız ışık. Sesszlikte o küçük kalp güm güm güm, bıraksanız çıkacak yerinden koşup gidecek. Şimdi düşününce ne komik. Ölmeden çok önce atmayı bırakmıştı aynı kalp. "Yediğimiz et nereden gelir biliyor musun evlat?" "H-hayvanlardan yapılır..." Güldü. "Normalde evet." Dolabın gıcırdayan kapakları açıldı. "Ama bu kasabanın damak zevki bambaşka." Karşıma çıkan görüntünün karşısında çığlığımı güçlükle yutmak zorunda kaldım. Benim yaşlarımda bir çocuk kan gölünün ortasında çırılçıplaktı. Ölü balık gözler bana bakıyordu. Herkesin içinde barınsa da yüzleşilmedikçe körelen karanlık yanımla işte o an tanıştım.