14 Mart 2011 Pazartesi

Hikayeler pesimistliği yüceltirken dozunu azaltır.

Asansörde tek başımayım, 13üncü kata çıkacağım. Gözlerime bakıyorum, yalnızca gözlerime. 1,2,3... Ruh durumunu gözlerinin renginden anlamaya çalışan başka insan var mıdır acaba? Aklıma gelen bir şeyin var olma ihtimali de oldukça yüksektir. 4,5... Kolumdan tutuyor, beni kendine çeviriyor. Gözleriyle yüzümü araştırıyor, gözlerime dikkatle bakmak istiyor. Elinden kurtulmaya çalışıyorum ama beni bırakmıyor. "Yine mi içtin Eylül? Neden böyle yapıyorsun? Bana bak, yüzüme."  Biliyorum anladığını, beni benden iyi tanıyor ve en ufak bir değişimimi bile hissediyor, bu ürpertici. "Gözlerin bulanık Eylül. Fırtınalı havalarda  yeşilini giyen denizin rengini almışsın yine. Neye üzülüyorsun, nedir bu hüzün?" Yine aynada kendime bakıyorum, az öncekiler bir hayalmiş yalnızca. Böyle şiirsel konuşan adam seni nereden bulacak, gülmekten katılacağım şu hayalperestin haline! Anca romandadır o filmdedir, tiyatrodadır ya da yalandır. Bir dakika. Yoksa en son burada oturmuş bu hikayeyi mi yazıyordum? Yok yok hayır, asansördeyim şimdi , aklımı karıştırma. Sabah kalktığımda inatla aynaya koşup gözlerimi incelerdim. O döne döne giden, dipsiz kuyuya dönmüş gözler. Kopkoyu, sanki hiçbir renk bu. Yani ne kahve ne yeşil neyse anladınız değil mi işte hiçbir renk değil gözüm o anlarda. Babam "Sana öyle geliyordur." diyor ama olmaz öyle şey, gözlerimi gözlerimle görüyorum, yalan mı söyleyeceğim. 7,8... Bir amaçla gelmiş olacağım bu dünyaya diyorum ya, nasıl görüyorsam dünyayı ve nasıl görmüşsem bir parça anlatabilmektir. Söyleyemediğim her şeyi süsleyerek, kurmacayla dışavurmaktır. Öyle çok kimliğe bürünürüm ki kimse bilemez hangisi rüya yahut maske. Tek gerçek var diye düşünürüm yolda yürürken, hissettiğim hiçlik, alnımın ortasına yapışmış bulantı. Ben yaşlıyım aslında inanır mısınız. Niye inanamayasınız, öyle ya, insanlar yalnız gençken mi düşünür hayattaki amacını? Oysa ben yalnızca gözlerimden bahsettim. Ah kahverengi, tüylü , sıcacık atkım. Babaannemden, saçlarını rüzgara vermiş gülümseyen o kadından yadigar. Yüksekte, uzakta ya da dibimde. 9,10... Uzaya falan gitme Eylül, buradasın işte asansörde, 19unda bir çıtırsın ve büyük bir kayıp yaşamadın. Her şeyin değişeceğini bu kadar sindirmeye uğraşmasana yahu sonra iki kez yaşatmış olacaksın kendine boktan duyguları. Sırası gelince yaşayıversen ne olur? Uğraşmasan bu kadar kendinle. Sırtımı dönüyorum aynaya ve pençelerime kapıyı aşağı itiyorum. Bir an önce varmak istiyorum, kendimle daha fazla başbaşa kalırsam yalnızca bir kişi sağ çıkacak. Kötüler de iyileri hep yendiğine göre ben bu asansörden yüreksiz katil olarak çıkacağım. 11,12... Gösterişten nefret ettiğime falan inanmayınız ben yalnızca korkuyorum.13. TAK! Ani bir hareketle duruyor asansör ve siyah ince topuklarım dolduruyor apartmanın sessizliğini. Eski püskü, kahverengi boyası yer yer dökülmüş çelik kapının önünde tereddütle durup zile basıyorum, birkaç defa. Açan olmayınca homurdanarak çantamdan anahtarı çıkarıp açıyorum kapıyı. Ciyaaaak diyerek açılıyor kapı.Ev karanlık, toz duman içinde. El yordamı ışığı buluyorum, etraf aydınlandığında bir gariplik seziyorum.Evet, ev bomboş. Ne ayakkabılık ne ayna duruyor yerinde. Hızlı hızlı atmaya başlıyor kalbim kan bir anda aşırı ısıtıyor beynimi. Derin soluklar alarak içeri dalıyorum. Annemi koltukta uzanmış televizyon izleyerek uyuklar bulacağımı, ablamı odasında telefonla konuşurken yakalayacığımı sanıyorm. Ama evde ne bir tek eşya var ne bir yaşam belirtisi. Yalnızca camda yansıyan buruşuk yüzüm. Terkedilmişim ben meğerse çoktan. Yoksa bu ev ben miyim? "Anne" diye mırıldanıyorum ve keşke ekmek bayat diye ona kızmasaydım. Ne saçma, koşuyorum, dışarıda sis var oysa sokaklar aynı görünüyor. Asansöre biniyorum. Derin bir nefes alarak gözlerime bakıyorum, 13 üncü kata basıyor parmağım. Eve gidip yazı yazmam gerektiğini düşünüyorum ve kendimi bilgisayar başında hayal ediyorum. TAK! 1,2,3...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder