6 Mayıs 2011 Cuma

astral seyahat 2

Evimin gökyüzü kapısından dalıyorum içeri. Kafamda kimbilir ne düşüncelerle binlerce kez geçtiğim sokakların üstünden geçiyorum, lekeler bile aynı duruyor yolların ortasında, hiç değişmemiş. Yoksa bunlar yalnızca benim hatırladığım haliyle mi yeniden karşımda? Sarı sarı ışıkların yollara vuruşu, bekleyen çöplerin akıttıkları sular. Hep gittiğim eczane, şarap aldığım market, hatta beni eve götüren otobüsler bile aynı yerli yerinde. Ancak bu şekilde mi yeniden karşılaşacaktık seninle?
Şimdi,pek tabi belli nereye uğrayacağım. Hatırımda kalan nadir yerlerden biri, onun oturduğu sokağın  köşesindeki pastane... Öyle uzun zaman oldu ki gerçek miydi değil miydi diye içime kurt düşüyor. Ama hayalini kurduğum anda pat, oradayım işte. Neden kimbilir, şimdi karanlık ve ıssız, yağmurlarla yıkanıyor. Bir an dalgınlığa düşüp camdaki yansımama baktığımda, yalnızca onun simsiyah gözleriyle karşılaşıyorum. Sanki bir yabancıymışçasına... Üreperiyorum.  Elimde olmadan hatırası o müthiş kudretiyle can buluyor ve gözlerimi yumuyorum. Gülüşü hiç değişmemiş olacak.
Göz kapaklarımı yavaş ve ürkek aralıyorum,yatağının ayakucunda bir sandalyeye tünemiş buluyorum kendimi. Rastgele fırlatılıp atılmış, kemeri arkaya sarkan bir okul pantolonu var oturduğum yerde-oysa ki liseyi bitireli yıllar olmadı mı?-. Uğuldayan bir sessizlik var, yalnızca düzenli nefes alış verişler duyuyorum. Mayışık, sersemlemiş bir halde bakışlarım kalkıyor yukarı ve sonra karşıya... İşte orada. Burun deliklerim genişliyor , kalbim hızlanıyor ve aniden damarlarıma hücmeden kan beni aşırı ısıtarak başımı döndürüyor.  O, habersiz, karşımda mışıl mışıl... İnanamıyorum. O hiç... evet hiç değişmemiş. Başucundaki açık kalmış radyonun ince kırmızı ışığı dudaklarına denk geliyor. Adeta onu bana işaret ediyorlar. Yavaşça ilerliyorum ve yanıbaşına geldiğimde istemsiz bir şefkatle elim yanağına uzanıyor. Ama duraklıyorum, dokunmaya çalışırsam neyle karşılaşacağımı bilemeyerek korkak, donakalıyorum.Aklımdan geçiyor; kimbilir ne rüya görüyor şimdi, keşke beyninin içine girip o kıvrımlarda sonsuz bir seyahate çıksam. Hep orada kalsam, yaşasam bir parazit gibi. Tam bu noktada, görünmez engellere , duvarlara çarpıp düşüyorum, orası bilinmez bölge. Zamanla bile oynanabilen bu yerde, bir başkasının içini okumak im-kan-sız. Şimdi o sevgilisini görüyordur muhakkak... Zaten benim burada işim ne... Birdenbire sevgim öfkeye dönüşmeye başlıyor, hiçbir şey geri gelmeyecek ve onun beni bir daha sevmeyeceği gibi beni onun kadar seven biri daha da çıkmayacak karşıma. Gitmeliyim buradan neresi olursa olsun başka bir yer hayal etmeliyim. Elimde olmadan çıkardığım fırtına giderek hiddetleniyor, ev neredeyse yerle bir olacak. Her yer dağılmaya başlıyor, etrafta kağıtlar uçuşuyor, tavan. masa , dolaplar çöküyor ve duvarlar yıkılıyor gitmeliyim buradan, ona zarar vermek istemiyorum. Düşle başka bir yer düşle neresi olursa, ama hayır yapamıyorum. Gerekirse burada, benim beynimin içinde ölelim. Başka hiçbir çıkış yolumuz olmasın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder