14 Mayıs 2011 Cumartesi

Kollarından sımsıkı kavradığım kadını olanca gücümle sarsıyorum "Ne yaptın sen? Ne yaptın? NE? Söyle bana, ne yaptın?"  Bir yandan da yüzümün sırılsıklam olduğunu, gözlerimin ağrıdığını hissediyorum. Dişlerim zangır zangır titrerken birdenbire burada ne işim olduğunu bu kadının kim olduğunu hatırlayamadığımı fark ediyorum. Kadının kısa ve seyrek kirpiklerinin altındaki minik ela gözler kesinlikle aptal olmayan ama biraz cahilce bakışlarını dikmiş üzerime. Sabit, hiç oynamıyor. Kısa bir an için pıt pıt kırpılıyor göz kapakları ve ince dudaklar belli ki uzun süredir kenetlenmiş olmanın etkisiyle birbirinden zorla ayrılarak ezik sesli bir cümle çıkartıyorlar " Sıdıka, su getir kızım." Nereden çıktığını anlayamadığım bir siluet fırlıyor ve çıkıp gittiği kapının rüzgarını yüzüme çarpıyor. Sonra kadının kolları ellerimden kolayca kurtuluyor ve - vay canına amma güçlüymüş- beni küçük bir çocukmuşumcasına kaldırıp alçak divanın üstüne oturtuyor. Hiç karşı koymadan öylece bakıyorum. Ellerim masumca iki yanıma düşüyor yalnızca. İki elini karnında birleştirip karşımda dikilen kadın gözleri yarı kapalı hızlı hızlı kıpırdatıyor dudaklarını, belli ki dua ediyor az biraz da sallanarak. 12-13 yaşlarında bir kız kadının arkasında beliriveriyor ve - yüzü yaban domuzu görmüşçesine çarpılmış bir halde- "Al ana." diyor. "Misafire ver Sıdıka kızım." Kız ürkek ve "Böyle misafir mi olurmuş" dercesine kızgın, suyu uzatıyor. Kana kana içiyorum suyu ve bardağı gerisin geri uzatarak kaybettiğim aklım burada nereye saklanmış diye etrafa göz gezdiriyorum. Loş bir oda burası, sesi kısılmış bir televizyonda eski bir Türk filmi oynuyor. Pembeli morlu güllerle bezeli aşınmaya yüz tutmuş  örtülerle kaplı iki alçak divan var, bir de meşe rengi sehpa duruyor, elbette ki beyaz dantellerle örtülü.Ama ben aklımı bulamıyorum işte. "Bak kızım, bak Eylül'cüm, inan benim bir suçum günahım yok. El bebek gül bebek büyüdüydün sen.. Valla diyom bak Eylül... Yüzüme bak bakayım." Aman Tanrım! Öyle ya aklımı peynir ekmekle yemiş olmalıyım ben!  En son AŞTİ'deydim otobüsten inmiş adres soruyordum, meğerse gerçekten de koymuşum kafaya, kalkıp İstanbullardan buralara gelmişim. Hayal meyal canlanıyor gözümde... Kimbilir daha başka neler var şuursuzca yaptığım. Kadın dizlerini sıvazlamaya başlıyor " Ah kızım sen ne ettin.. Ah ya ben ne ettim..." Ağlamaya da başladı. "Öyle ya.. herkes ne ettiyse ben de onu ettim seni yalnız komadım ki." Aptal kız! Burada da mı yalnızlığından yakındın! Aptal! "Kusura bakmayın" diye mırıldanmayı akıl ediyorum sonunda, kendimi biraz toparlamış olacağım. Kadın aniden duraklıyor ve kocaman açtığı gözleriyle şaşkın şaşkın kafasını biraz uzatıp - ama tedbirli bir mesafeyi de koruyarak- beni inceliyor. "Ben de pek inanmamıştım zaten." adeta bir rahatlama duyarak söylüyor bunları ama hala şüpheli bir tınısı var sözlerinin. "Neye?" "Yani... Öyle bir şey yapcağına... Ne bileyim ben öyle siyah kutulara mutulara." Neden bahsediyor bu kadın? Anlaşılan sadece ben değilim aklı yitmiş olan. "Siyah kutu?.." Kadın çekingen ve ürkek "Canım işte birer parça saklıyomuşun ya yalnızım deyi." Ağlamak üzereyim artık cidden sinirlerim bozuluyor. "Neden bahsediyorsunuz anlamıyorum." Kim olduğunu bile bilmediğimi söylesem buracıkta işimi bitirirlermiş gibi geliyor. Gülmeye başlıyor. "İlahi Eylül şaka mı yapıyodun kız ben de gerçek sandıydım. Ne tuhaf tuhaf şey diyodun öyle ha-ha ho-ho! Arkadaşlarının bir parçasını kesiyomuşun da ne bilem parmağını felan yani. Ne komik kızmışsan ho-ha-ha!" Ağlamaya başlıyorum çünkü bu çok korkunç. "Ben öyle bir şey yapmadım." diyorum, "Biliyom biliyom ah-hah-ha ilahi... Öyle yalnızmışın ki anca böyle insanlar seni sevecek demişsen de..."  "Ben sizi pek çıkartamadım." diyerek artık salya sümük ağlmaya başlıyorum ama kadın, dizlerini döve döve gülmeye devam ediyor. "Nası tanımadın kııız Satılmış ben ha-ha-ha çok komikmiş bu ya" Satılmış diye birini nerede tanımış olabilirim ki. "Tee nerelerden kalkmış gelm..." Onu dinlemeyi keserek düşüncelere dalıyorum. Satılmış...Satılmış...Çocukluk,küçüklük geriye daha geriye... Daha ufacık bebeklikten, 3 yaşına kadar, dediklerine göre. Öyle ya. Bir suçlu bulmak istiyorsanız olabildiğince geriye gidin. Sakince kalkıyorum ve hala gülmekten katılmakta olan kadının burnunu tek bir hamlede kolaylıkla koparıyorum, yani kesiyorum. Öyle savunmasızdı ki pek kolay oldu, bu kadar güçlü olmasına rağmen, sanırım en kolayıydı. Oluk oluk akan kana bakarak şaşkın ve güçlü çığlıklar atmaya başlıyor. Kan, o beyaz dantellerin, güllerin ve Tarık Akan'ın  üzerine sıçrayıp asılı kalıyor. Gülüyorum "Senin parçanı koleksiyonuma koymayacağım ama."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder